tarih - turk balkan tarihi
  iletiler
  ziyaret
  Ana Sayfa
  fatih alparslan
  balkan turkleri
  balkan turklerinin yaşadıkları yerler
  balkan turkleri tarihi
  flas oyunlar
  radyo dinle
  hava durumu
  mini ve guzel klipler
  turkler ve balkanlar
  duyurular
  haberler
  galatasaray haberleri
  fenerbahce haberleri
  beşiktaş haberleri
  son dakika haberleri
  tv izle
  turk balkan tarihi
  turk halk kulturu ve bakanlardaki rolü
  osmanlıdaki balkan turkleri
  balkanlarda turk varlığı
  balkanlarda osmanlı dönemi
  balkanlar
  balkanlardaki rumeli turk derneği
  burçlar
  ing.tur sözluk
  psikoloji sözcuk
  ataturk sözleri
  gazeteler
  dunya haritası
  komik resimler
  turk alfabesi

Myspace Graphics

Hunlar...


Bulgaristan'daki Türk varlığı Hunlar'ın 5. yüzyılda Doğu Avrupa'da kurduğu hakimiyetle başlar. Atilla'nın ölümünden sonra yerine geçen oğlu İrnekiin kurduğu Bulgar Konfederasyonu batıda Tuna'ya kadar uzanıyordu.

Bulgar Türkleri (Henüz Slavlaşmayan Türk Bulgarlar), Baskakov'un "Batı Hunca" adını verdiği ve bu gün Çuvaşlarla temsil edilen bir lehçe konuşuyorlardı. Proto-Bulgarlar Doğu Avrupa ve Balkanlar'ın ilk Türk sakinleridir. İdil Bulgar Türkleri'nin kurduğu bu hakimiyet Avar, Hazar ve Tuna Bulgar Türkleri ile devam etmiştir.

Müslüman Türkler'in Bulgaristan'da görünmeleri 14. yüzyıla rastlamaktadır. 1385'te Sofya'nın Osmanlı hakimiyetine girmesiyle Bulgaristan, Türkler'in eline geçmiş ve böylece 500 yıl süren bir Türk idaresi dönemi başlamıştır. Osmanlı Devleti zamanında Konyar, Türkmen, Yörük ve Tatar Türk toplulukları bu bölgeye iskan edilmiş; ayrıca 16. yüzyıl başlarında Celali isyanları sırasında bazı Türk grupları Bulgaristan'a göçmüştür.

Muhiddin NALBANTOĞLU
Plevne Kahramanı Gazi Osman Paşa''nın Ölümü (5 Nisan 1900)


 

Tarihlerimize ''93 Savaşı'' adıyla geçen 1877-78 Türk-Rus Savaşı''nda, Rusları Plevne''de üç defa mağlûp eden ve savaşın daha kısa zamanda bitmemesini sağlayarak Türk İmparatorluğunu''nun çökmesini ve dağılmasını engelleyen Gazi Osman Paşa 5 Nisan 1900''de İstanbul''da vefat etmiştir. Plevne savunması ile o ana kadar Türkiye aleyhinde olan Batılı devletleri halk oyunun Türkiye lehine dönmesi üzerine bize taraftar olmuşlardı. Savaş sonunda İstanbul önlerine kadar gelen ve burada bize şartları çok ağır olan Ayastefanos Antlaşması''nı dikte ettiren Rusları bu defa Batı devletleri durduracak ve geri adım attıracaklardır. Bunun başlıca sebebi Plevne savaşlarının Batılı ülkelerin medyası tarafından Türkiye lehine dönen oyları sağlamıştır. Plevne''de kazandığı zaferlerle - sonunda yenilmiş olsa da - ülkemizde geniş bir soluk alınmasına ve devrin padişahı İkinci Albdülhamid''in deyimi ile ''sen benim yüzümü ak ettin, Allah da her iki cihanda senin yüzünü ak etsin'' methiyesine hak kazanmıştı. Daha sonraki yıllarda Sultan Abdülhamid, Gazi Osman Paşa''yı saray mareşali yapmış ve iki sevgili kızını da onun iki oğluna vermek suretiyle mükâfatlandırmıştır.

Türkiye ile Rusya Arasındaki ''93 Savaşı''

Ortadoğu ve Balkanları egemenliği altına almak sevdasına kapılan Rusya, yüzyıllar boyunca Osmanlı İmparatorluğu''nu zayıf düşürmek için sistemli bir biçimde, Balkan uluslarını kışkırtmış ve silâhlandırmıştı.
İmparatorluk üzerinde sürekli bir baskı yapan Çarlık Rusyası''nın bu tutumu, 1877 yılında, tarihlerde ''93 Savaşı'' diye anılan büyük bir savaşın kopmasına sebep olmuştu.
İmparatorluk üzerinde de sürekli bir baskı yapan Çarlık Rusya''nın bu savaşta, ''Plevne Savunması'' ayrı bir özellik ve önem taşır. Çünkü Plevne Savaşı''nda Türk ordusuna komuta eden Osman Paşa, o güne kadar bilinen ve uygulanan savunma taktiklerini kökünden yıkarak hem Türk gücünü düşmanlarına ve dünyaya bir kere daha kabul ettirmiş, hem de askerlik ilmine yepyeni teoriler kazandırmıştı.

Osman Paşa Plevne''de

93 Savaşı başlayalı altı ay olmuştu ama kendisinden pek çok yararlanılacak bir komutan, Müşir Osman Paşa, Rusçuk ve Şumnu bölgelerinde bırakılmış, savaş alanlarında görev almasına izin verilmemişti.
Osman Paşa, daha savaşın başında, Türk ordularının Tuna''yı geçerek düşmanla orada savaşması tezini savunmuştu. Ama onun bu düşüncesi reddedilmiş, Rus ordularının Tuna''yı geçmesine göz yumulmuştu.
Sonradan bu büyük hata anlaşıldı ve başkomutan değiştirilerek bu göreve Mehmet Ali Paşa atandı. Rus Kazaklarının Berkofça Dağları''na doğru ilerlemeye başlaması üzerine de Osman Paşa''ya, Plevne''yi düşmandan kurtarması görevi verildi. 18 Temmuz 1877''de Plevne önlerine gelen Osman Paşa''nın komutasındaki Türk ordusu aynı gün şehri düşmandan geri aldı. Osman Paşa, şehirde düzeni sağladıktan sonra karargâhını Plevne''nin kuzeyinde kurdu ve hemen savunma hattının yapılmasını emretti. Çünkü düşmanın esas birlikleri pek yakında, Zitşva çevresinde bulunuyordu. Düşmanın güneydoğuya inmemesi için bu kesimde durdurulması gerekiyordu.

Plevne Savaşları

Osman Paşa''nın Plevne''yi aldığının ertesi günü (19 Temmuz 1877), sabahla beraber Ruslar sürekli bir top ateşi açtılar. Türk topçusu da buna cevap vermekte gecikmedi. İki saat süren düellodan sonra Osman Paşa ateşi kestirdi. Ruslar, Türk topçusunu susturduklarını sanarak piyade hücumuna kalktılar. Ama kahraman Mehmetçik''i karşılarında buldular. Osman Paşa atına binmiş, korkusuzca bir siperden öbürüne koşuyor, askerlerine cesaret ve güven veriyordu. Otuzaltı saat süren bu savaşta düşman perişan olarak dağıldı, paniğe kapıldı. Türk süvarilerinin kılıcından kurtulanlar ertesi gün akşama doğru kendilerini zorlukla Osma suyunun öbür kıyısına attılar.
Rusların ikinci saldırısı 30 Temmuz 1877''de oldu. Bu savaş sonunda da düşman kaçmaya başladı. Türk süvarisi peşine takılıp yetiştiğini tepeledi, yetişemedikleri de suları yükselmiş olan Osma''yı geçerken boğuldu. Düşmanın bu savaştaki kaybı ölü ve yaralı olmak üzere 168 subay ve 8167 erdi.
Plevne''deki ikinci yenilgiden sonra Ruslar, büyük bir korku ve şaşkınlığa düştüler. General Gorko''yu yenmiş olan Süleyman Paşa orduları Balkan''ı geçip Mehmet Ali ve Osman Paşaların ordularıyla birleştiği anda, Rusların geri çekilme yolu bile kapanmak tehlikesine düşecekti.
Romen ordusunun da yardımını sağlayan Ruslar, 4 Eylül 1877''de yeniden Plevne önüne toplandılar. Birleşik ordunun toplamı 30 bin Rus ve 35 bin Romen askeri ile 282 Rus ve 108 Romen topu idi. 7 Eylül''de başlayan topçu ateşi aralıklarla 11 Eylül''e kadar sürdü. O gün 11 Romen ve 3 Rus taburunun yaptığı hücum bir sonuç vermedi ve düşmanın 4 taburu perişan oldu. Gece giriştikleri bir baskında da Ruslar 16 bin, Romenler 5 bin kayıp verdiler. 17 Eylül''de Romenlerin iki saldırısı püskürtüldü.
Bundan sonra, birleşik düşman ordusu kuşatma düzeni almakla oyalanarak taze kuvvetlerin gelmesini beklemeye başladı. Kasım ayı başlarında düşman ordularının sayısı 125 kişiye yükseldi.
Bu arada, Türk ordularının öbür cephelerde, özellikle Şıpka''da yenilgiye uğramaları Osman Paşa''nın bütün yardım kollarını kapatmış oldu.
12 Kasım''da düşman orduları başkomutanı Grandük Nikola; Osman Paşa''ya bir mektup göndererek hiçbir ümit kalmadığını ve teslim olmasını bildirdi. Bu isteği geri çeviren Osman Paşa''ya, hiç yardım almadan Plevne''yi savunma görevi düşüyordu. 27 Kasım''da yiyecek tükenmiş, Aralık başında ise askere günde ancak 50 gr. ekmekle bir avuç bulgur verilmeye başlanmıştı. Osman Paşa, bu durumda bir yarma yapmaktan başka bir çare bulamadı.
Onun bu kararını öbür komutanlar da destekledi. Açlıktan ölmektense vuruşa vuruşa ölürlerdi. Osman Paşa''nın plânı şöyleydi: 20 bin kişi Rus siperlerine saldırıp gedik açmaya çalışırken, geri kalan 20 bin kişi de ateşle bu hücumu destekleyecekti.
Ölümü pek küçük gören Osman Paşa, hücum eden kuvvetlerin başında Vid suyunu geçerek düşman siperlerine ulaştı ve Türk askerleri ilk siperleri ele geçirdiler. Bundan sonra ikinci kuvvetin onları desteklemesi gerekiyordu ama onlar bunu başaramadılar. Çünkü bu taktiği hisseden düşman bütün gücüyle onların üstüne saldırmış ve yollarından alıkoymuştu. Öğleye doğru ele geçen siper ve tabyaları, yardım gören düşman kuvvetleri geri aldılar. Vid suyundan geri çekilmeye karar veren Osman Paşa''nın yaralanması, Türk askerlerinin sarılmasıyla sonuçlandı.

Yabancı Gözüyle Gazi Osman Paşa

Gazi Osman Paşa ve Plevne Savaşları üzerinde birçok ünlü asker, görüşlerini çeşitli vesilelerle açıklamışlardır. Bunlardan bazılarını aşağıya alıyoruz:
Birinci Dünya Savaşı başlarında Alman Genel Kurmay Başkanı olan Prusyalı ünlü General von Moltke: ''Osman Paşa''nın Plevne''de gösterdiği askerlik, sonraki yıllarda istihkâm bilgisini de, kuşatma tarzını da değiştirmeyi gerektirmiştir.''
1877 Plevne Savaşlarında, kuşatma ordularına komuta eden Grandük Nikola ise: ''Ben kuşatmanın başkomutanı olmama rağmen Osman Paşa''nın yaptıklarından ve istihkâmlarından çok yararlandım, sözün kısası ondan ders aldım.'' demişti.
Birinci Dünya Savaşı''na katılan İngiliz Başkomutanı Mareşal Sir John French de bir kitabın önsözüne şu satırları yazmıştı: ''Plevne''yi savunmuş olan büyük asker, yenilgi diye bir kelimeyi tanımak istememişti. Olaylar en kötü bir durum aldığı zaman bile o, soğukkanlılığını kaybetmemişti.

Gazi Osman Paşa''nın yarası temizlenip sarılmış, misafir edildiği Grandük Nikola''nın çadırında dinleniyordu. Birden çadırın kapısı açıldı ve yanında Grandük de bulunan Rus Çarı Aleksandr içeri girdi. Çar, bu büyük askerin sıhhatini sormaya gelmişti. Plevne kahramanının elini sıkarken:
''- Sizin bu savaşınız, Türk askerlik tarihine altın harflerle yazılacaktır. Çok cesur bir insanmışsınız. Bizim yanımızda bulunduğunuz süre içinde, üniformanızı, kılıcınızı ve nişanlarınızı taşıyabilirsiniz.'' dedi.
Bu büyük asker, bulundukları durumdan kurtulmak için son bir çare olarak yarma hareketine başvurmuştu ama çarpışma sırasında yaralanmıştı. Vid suyu kıyısındaki bir evde yarası sarılırken içeri giren Rus General Ganetski; teslim olmasını, artık yapacak bir şey kalmadığını bildirmişti. Bu teklif üzerine Osman Paşa, yanında bulunan doktora:
''- Bir gün, bir güne uymuyor!'' diyerek alın yazısına uymak zorunluluğunda kalmıştı. Daha sonra, Gazi Osman Paşa bir arabaya bindirilmiş ve Plevne''deki düşman karagâhına getirilmişti. Burada, Grandük Nikola ve Romanya Prensi Şarl ile düşman subayları kendisini karşılamışlardı. Bu büyük kahraman, iki arkadaşına tutunarak arabadan inmiş ve kendisini saygıyla selâmlayan Rus ve Romen subaylarının önünden geçerek ağır adımlarla ilerlemişti. İki komutan, önce bir şey söylemeden bir süre bakışmışlar, sonra Nikola elini uzatıp:
''- Plevne''yi savunmada gösterdiğiniz kudretten dolayı sizi tebrik ederim. Bu savunma, tarihin en parlak olaylarından biridir.'' demişti

 

OSMANLI DÖNEMİNDE BULGARİSTAN TÜRKLERİ

Prenslik Dönemi ( 1878 - 1908 )

Türkler, yaklaşık bin yıldır Balkanlarda yaşamaktadır (Turan, 1996: 13). XVI. yüzyılda Bulgaristan nüfusunun büyük bir kısmını Müslüman Türkler teşkil ediyordu (Korkud, 1986: 4). Bulgaristan Türkleri, genelde Osmanlı döneminde Anadolu’nun çeşitli yörelerinden Rumeli’ye gitmiş yörüklerden oluşmaktadır. Bu yörük grupları arasında; Vize (Hayrabolu olarak da anılır), Naldöken, Tanrıdağı ve Karagözler önemli bir yer teşkil etmektedir (Toğrol, 1989: 12-15). Osmanlı döneminde Anadolu’dan bölgeye göçen Türkler, buradaki yerli Türk halkla kaynaşıp çoğalmışlardır. Böylece bölgede bir Türk varlığı oluşmuştur.

Hoşgörülü ve adil Osmanlı yönetimi altında Bulgarlar, milli varlık ve kültürlerini koruyabilmişlerdir (Tarihte Türk Bulgar İlişkileri, 1976: 112-113). Osmanlı İmparatorluğu; Asya’da Anadolu, Avrupa’da Rumeli ve ortada başkent İstanbul jeopolitik dengesi üzerine kuruldu ve yaşadı (Şimşir, 1987: 47). 1876’da Tuna vilayetinin altı sancağında (Niş hariç), Türk ve Bulgar nüfus eşit ve 1.100.000 dolayındaydı. Berlin Antlaşması ile Doğu Rumeli adını alan bölgede ise 1876’da, 681 bin Türke karşılık 483 bin Bulgar yaşamaktaydı.

1877-78 Osmanlı-Rus savaşı esnasında 1 milyon bölge Türkü kanlı bir şekilde yurtlarından göçe zorlandı ve bunlardan yarısı soykırım ve ağır tabiat şartlarından ötürü katledildi. Böylece Osmanlı Tuna eyalet topraklarında azınlıkta olan Bulgarlara bir ülke oluşturuldu (Kekioğlu, 1985: 13). Diğer bir ifade ile Rus yetkili makamlarınca da belirtildiği gibi bu savaş, “bir ırklar ve yok etme” savaşı olarak planlandı ve uygulandı (Tarihte Türk Bulgar İlişkileri, 1976: 103). Çoğunlukta olan Türkler, beşyüz yıldır yaşadıkları vatanlarında azınlık konumuna düştüler. Yine de Bulgaristan Türklüğü tamamen ortadan kaldırılamadı. Örneğin Ocak 1881’de ülkenin kuzeydoğu bölgelerinde hala Türkler, %65’lik bir çoğunluğu teşkil ediyordu (Şimşir, 1987: 48-49). Bölge tarım arazilerinin %70’ine sahip olan Türklerin azınlığa düşürülmesi ile ekonomik durumları da kötüleştirildi (Şimşir, 1986: 20). Bölge Rus işgaline düşmüş ve Berlin andlaşması ile, Balkan dağları kuzeyinde bir Bulgaristan Prensliği ve güneyinde ise, Doğu Rumeli Vilayeti kurulmuştu. Bu iki bölge yönetimi de fiilen Bulgarların eline geçmiştir (Tarihte Türk Bulgar İlişkileri, 1976: 112-113).

93 Harbi sonrası Rus askeri birlikleri bölgeden çekildikten sonra Bulgarlar, Türklere karşı tam bir baskı ve zulüm politikası uygulayarak göçe zorladılar. Binlerce Türk kurşuna dizilmiş, hamile kadınlar katledilmiş, camilere doldurularak yakılmışlardır. 1883 yaz ortasından itibaren üç aylık dönemde 200 bin Türk, Türkiye’ye geldi.

Bu göçler, 1886-90 arasında 75 bin, 1893-1902 arasında 70 bin olarak sürmüştür. Savaş sonrası kısmen yaralar sarılmış ve Türkler bazı kültürel haklar elde etmişlerdir. Bulgaristan, 1885’te Balkan Dağları güneyindeki Doğu Rumeli vilayetini ilhak ederek büyümüştür (Toğrol, 1989: 69). 1864’de kurulan Tuna Vilayeti “pilot bölge” seçilerek Mithat Paşa'nın yönetimi altında, eğitim alanında büyük atılımlar yapmış ve ülkenin en ileri bölgelerinden birisi olmuştu.

1875’te bu vilayette Türklere ait; 2700 ilkokul, 40 ortaokul ve 150 medrese bulunuyordu. Ancak Osmanlı-Rus savaşı esnasında Türk eğitim kurumları yakılıp yıkılmış ve büyük darbe yemişti. 1886 yılından itibaren Bulgaristan Türk eğitimi, yavaşta olsa bir toparlanma dönemine girmiştir. 1894/95 öğretim yılında, 1284 ilk ve 16 orta okul olmak üzere Bulgaristan Türklerinin 1300 okulu faal durumdaydı. Ancak Türk okulları, devlet desteğinden yoksun olduklarından araç-gereç ve formasyonlu öğretmen açısından oldukça sıkıntı içindeydi (Şimşir, 1986: 28-37).

 

Günümüzdeki Durum


Nüfusları 1.200.000 olup bulundukları başlıca şehirler :Sofya, Şumnu, Kırcaali, Filibe, Dobruca, Varna, Rusçuk, Silistre, Plevne, Tınova, Sofya.

Tarihçe
Güney Rusya bozkırlarından 7. yüzyılın başlarından itibaren çeşitli sebeplerle göç eden ve Balkan Yarımadasına gelen Bulgarlar, aslında Türk soyludurlar. Ancak yeni geldikleri bu bölgede zaman içinde Slav halkları tarafından asimile edilmişler, kültürel kimlik bakımından büyük çoğunluğu Slavlaşmıştır.15. yüzyıldan sonra Osmanlı Devleti Anadolu'dan Türk nüfusu getirerek bölgeye yerleştirmiştir. Buna rağmen genel nüfus içinde Türkler hep azınlıkta kalmışlardır.

Nüfus
Bulgaristan 1940'ta Türk nüfusun yoğun olduğu Dobruca'yı yeniden elde etmiş ve o günden sonra da sınırlarda değişiklik olmamıştır. Dobruca bölgesinde Türklerden başka Türk dili konuşan iki Türk azınlık daha bulunmaktadır.Bunlar, sayıları 7 bin kadar olan Tatarlar ve Gagavuzlardır.
Bulgarlar ülkedeki azınlıkları sürekli asimile etmeye çalışmış; 1984-1985 yıllarında ise Türkçe isimleri yasaklayarak göçe zorlamıştır. Türkler bu hadiseye tepki göstermiş; ancak, 1989 yılında 160.000 kadar Türk Türkiye'ye göç etmiştir. Sonraki yıllarda bu sayı 300 bine ulaşmıştır.1985 yılından sonra Bulgaristan'da kalan Türkler, bazı alanlarda Bulgar yurttaşların hak ve hürriyetlerine sahip olmuşlardır.1965 nüfus sayımı verilerine göre Türkler 850 bin'e yakın sayıları ile genel nüfusun % 10'unu oluşturmaktaydılar. 1985 sayımında ise Türk nüfus 1.600 bin civarına ulaşmıştı. Bu durumda Türkler, genel nüfusun % 15'ini teşkil ediyorlardı. Bu nüfus yoğunluklarıyla Bulgaristan'da Türk toplumu en kalabalık azınlık durumundaydı. 1989'dan sonra gerçekleşen göçler, bu sayıyı aşağı çekmiştir.Nüfusun büyük çoğunluğu çiftçilik ve hayvancılıkla geçimini sağlamaktadır.
Günümüze kadar Bulgaristan'daki Türk nüfusu Bulgar makamları tarafından saklanmakta ve güvenilir bir sayı verilmemektedir.

 

 

Bugün 1 ziyaretçi (3 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol