tarih - balkan turkleri tarihi
  iletiler
  ziyaret
  Ana Sayfa
  fatih alparslan
  balkan turkleri
  balkan turklerinin yaşadıkları yerler
  balkan turkleri tarihi
  flas oyunlar
  radyo dinle
  hava durumu
  mini ve guzel klipler
  turkler ve balkanlar
  duyurular
  haberler
  galatasaray haberleri
  fenerbahce haberleri
  beşiktaş haberleri
  son dakika haberleri
  tv izle
  turk balkan tarihi
  turk halk kulturu ve bakanlardaki rolü
  osmanlıdaki balkan turkleri
  balkanlarda turk varlığı
  balkanlarda osmanlı dönemi
  balkanlar
  balkanlardaki rumeli turk derneği
  burçlar
  ing.tur sözluk
  psikoloji sözcuk
  ataturk sözleri
  gazeteler
  dunya haritası
  komik resimler
  turk alfabesi

BALKANLARDA TÜRK AZINLIĞI

Son yıllarda Balkanlar'da bazı ülkelerin sınırları ve yönetim şekilleri değişmiş, yeni anlaşmalar yapılmış, yeni stratejik-ekonomik ortaklıklar kurulmuştur. Bu önemli değişimler, Balkan ülkelerinde yaşayan Müslüman-Türk azınlıkları derinden etkilemiş, kimi ülkelerde bu halkların varlığını tehlikeye düşürecek boyutlara ulaşmıştır.

Son dönemde meydana gelen değişimlerin önemli bir yansıması olarak, Türkiye'nin, Balkan ülkeleriyle ilişkilerinin geleneksel yapısı da değişime uğramıştır. Bu ülkelerin son yıllarda yaşadığı değişimi ve Müslüman-Türk azınlıkların duru

BOSNA HERSEK

 

 

 

Yugoslavya, Sırbo-Hırvat dilinde "Güney Slavlarının Ülkesi" anlamına gelir. Ancak, büyük bölümü "güney Slavı" olan bu ülkenin halkları arasında, yüzyıllardır varlığını koruyan ve son iki yüzyıldır da kanlı iç savaşlara dönüşmüş olan bir uyuşmazlık vardır.

Güney Slavlarının en önemli iki parçası olan Sırplar ve Hırvatlar, en başta aralarındaki mezhep farkı nedeniyle birbirlerinden ayrılırlar. Sırplar Ortodoks, Hırvatlar ise Katoliktir.

Bu Sırp ve Hırvat eksenleri arasında kalan Bosna-Hersek, son bin yıl boyunca bu iki eksene de dahil olmayan bir üçüncü halkı barındırdı. Bosna-Hersek'in Sırp ya da Hırvat olmayan bu asıl halkı, hep bu iki eksenden farklı bir kimlik taşıdı. Bosnalılar, Osmanlı ordularının bölgeyi fethetmesinden önce ne Katolik ne de Ortodoks değildiler; "Bogomil" adı verilen ayrı bir mezhebe bağlıydılar. Bu Bulgar kökenli mezhep, 10. yüzyılda kendisine "Bogumil" adı verilen bir rahip tarafından kurulmuştu. Sırbistan'dan İstanbul'a uzanan Ortodoks coğrafyası içinde gelişen mezhebin inançları, geleneksel Hıristiyan öğretisinden oldukça farklıydı.

1180-1463 yılları arasında hüküm süren Bosna Krallığı'na bağlı olan Bosna Kilisesi, Osmanlı fetihlerinden önce işte böyle bir inancın mirasçısıydı. Bu Hıristiyanlar, Devlet-i Al-i'nin gelişiyle birlikte, gruplar halinde İslam'ı kabullenmeye başladılar.

Bosnalıların Müslüman olması, kırsal alana göre şehirlerde çok daha hızlı ve geniş kapsamlı bir biçimde gerçekleşmiştir. Bu nedenle, Bosna-Hersek'te Müslümanlar "şehirli" kültürü temsil ederler. Saraybosna, Müslümanların bu yüksek kültürünün bir ürünüdür. Şehir, 1521-1541 yıllarında Bosna valisi olarak görev yapan Gazi Hüsrevbey tarafından kurulmuştur. Hüsrevbey, Saraybosna'da hala kendi adıyla anılan görkemli bir cami ile birlikte medrese, kütüphane, hamam, iki han ve bir büyük çarşıdan oluşan bir külliye yaptırmış, oluşturduğu bu yeni şehre de Müslümanları yerleştirmiştir. 1530 yılında, şehrin nüfusu tümüyle Müslümandır. Osmanlı döneminin en çarpıcı özelliklerinden biri ise, bölgeye tam bir huzur ve istikrar getirmiş olmasıdır. Osmanlı yönetimindeki Balkanlar'da, etnik çatışmalar, iç savaşlar görülmez.

Ancak 19. yüzyıldan itibaren Osmanlı İmparatorluğu'nun yaşadığı sıkıntılar bu bölgeye yansımış, merkezi otoriteden uzak kalan Slav kökenli Müslüman yerel yöneticiler çeşitli isyanlarla uğraşmak zorunda kalmışlardır. 1875 yılında başlayan bir isyan hareketi Bulgaristan'a kadar yayılmış ve Rusya, 1877 yılında Osmanlı'ya savaş açmıştır. Rusya'nın ilerleyişi ancak Batılı ülkelerin devreye girmesiyle durdurulabilmiş ve 1878 Berlin Kongresi'nde alınan bir kararla, Bosna'nın yönetimi Avusturya-Macaristan'a verilmiştir. Ancak Müslüman-Türk halk, Ortodoks Hıristiyanlarla iş birliği yaparak bu yönetime karşı ayaklanmış, Avusturya-Macaristan hakimiyet kurmak için dört ay mücadele etmiş ve çıkan olaylarda 82 bin kişi ölmüştür. Bosna'da yaşayan Müslüman-Türk halkın bir kısmı bu dönemde Anadolu'ya dönmüştür.

1908 yılında, Avusturya-Macaristan yönetimi, Bosna'yı ilhak etmiştir. Bu dönemde bölge, Hırvat ve Sırp milliyetçilerin propaganda hedefi haline gelmiştir. Hırvatlar Bosna'nın önce Hırvatistan sonra da Macaristan'la birleşmesi gerektiğini, Bosnalıların Müslüman Hırvatlar olduklarını, Sırplar ise Bosnalı Müslümanların İslamı seçmiş Sırplar olduklarını iddia etmişlerdir.

28 Haziran 1914'te, Saraybosna'da, "Yugoslav" olduğunu iddia eden Gavrilo Princip adlı Bosnalı bir Sırp, Avusturya-Macaristan tahtının varisi olan Arşidük Francis Ferdinand'a suikast düzenlemiş, onu ve karısını öldürmüştür. Bir ay sonra Avusturya-Macaristan, Sırbistan'a savaş açmış ve ardından I. Dünya Savaşı patlak vermiştir. Bosnalı Sırp, Boşnak ve Hırvatlar savaş boyunca Avusturya-Macaristan yönetimine karşı bir faaliyette bulunmamışlardır.

1918 yılında savaşın bitimiyle Bosna; Sırp, Hırvat ve Slovenlerin kurduğu ve daha sonra adı Yugoslavya olacak olan Krallığın bir parçası olmuştur. Yeni devlet, Sırp hanedanının hakimiyeti altında kalmıştır. Tüm baskılara rağmen 1919 yılında Müslüman azınlık tarafından kurulan YMO (Yugoslavya Müslüman Organizasyonu), 1939 yılına kadar Yugoslavya yönetiminde etkili olmuştur. Bu tarihte Yugoslav hükümeti Hırvatların yoğun taleplerini karşılamak için Bosna'nın bir kısmını da kapsayan otonom Hırvatistan Banovina bölgesini oluşturmuştur.

II. Dünya Savaşı sırasında Bosna, Alman ve İtalyan işgal bölgeleri arasında bölünmüştür. Bu

KOSOVA

 

 

 

Sırbistan toprakları uzun savaşlardan sonra 1459 yılında Osmanlı İmparatorluğu'na geçmiştir. Bu iktidar 1815 yılına kadar sürmüş, bu tarihten sonra Sırbistan bağımsızlığını kazanmıştır. 1877-78 Türk-Rus Savaşı'nda Sırbistan, Türkleri Balkanlar'dan çıkartmak için Rusya'yla ittifak yapmıştır. 1912 ve 13'te, Balkan Savaşları'na aktif olarak katılan Sırbistan bu savaştan sonra topraklarını Makedonya, Sancak ve Kosova dahil olmak üzere genişletmiştir. Ancak bu genişleme Avusurya-Macaristan'ı tedirgin etmiş, Avusturya-Macaristan'ın müdahalesi ile Sırp ilerlemesi durdurulmuştur. I. Dünya Savaşı'nın ardından Sırp, Hırvat ve Karadağ liderleri, Sırp-Hırvat-Sloven Krallığını ilan etmiş ve adını Yugoslavya Krallığı koymuşlardır. II Dünya Savaşı'nda ülkeyi işgal eden Almanların yenilgiye uğramasının ardından Yugoslav Cumhuriyeti ilan edilmiş, Kosova ve Voyvodina 1946 yılında otonom bölge ilan edilmişlerdir.

İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki dönemde, Tito'nun önderliğindeki yeni Yugoslavya'da etnik gerilim geçici de olsa bastırılmış, ancak Soğuk Savaş'ın bitmesiyle birlikte eski ön yargılar, özellikle de fanatik Sırp milliyetçilerinin baskıcı zihniyeti yeniden su yüzüne çıkmıştır. Sırpların 1989 yılından itibaren diğer Yugoslav Cumhuriyetlerini kontrol etmek için girişimlere başlaması gerilimi artırmış ve önceki bölümde değindiğimiz korkunç olayların başlamasına yol açmıştır.

1989 yılında Sırplar, Kosova ve Voyvodina'nın otonom yapısını iptal etmişlerdir. Yugoslavya iç savaşı sırasında ise azınlıkların yoğun olarak yaşadığı bu bölgeler, Sırpların baskı ve şiddet uyguladıkları yerler olmuştur.

Savaşın ardından imzalanan Dayton Anlaşması, bölgeye göreceli bir barış getirmiş, Sırplar azınlıklara karşı daha insaflı bir politikaya yönelmişlerdir. 1998 Mayısı'nda Miloseviç'in bazı politik oyunları Karadağ tarafından tepkiyle karşılanmış, bölgede büyük bir gerginlik yaşanmasına sebep olmuştur.

Kosova'da ise, bölgenin otonomisini kaybetmesinin ardından Arnavut çoğunluk Sırp hükümetinin zulmüne direnmiştir. Sırp yönetimi Arnavutlara karşı büyük baskılar uygulamış, Arnavutlar ise haklarını ve hatta yaşamlarını korumak için kendi içlerinde organize olmaya çalışmışlardır. 1990 yılında kurulan Kosova Kurtuluş Ordusu ile Sırp güvenlik güçleri arasında çatışmalar başlamış ve bu 1997-98 yıllarında yoğunlaşmıştır. Ardından, Sırp ordusu ve polisi büyük bir harekat başlatmış, meydana gelen çatışmalarda yüzlerce insan ölmüş, 200 binden fazla Arnavut, evini terk etmek zorunda kalmıştır. NATO'nun hava saldırısı tehdidi, Miloseviç'in Kosova'dan çekilmesini sağlamıştır. Ancak Miloseviç'in uzlaşmaz tavırları nedeniyle Kasım ayından itibaren çatışmalar yeniden başlamıştır. Yine NATO'nun tehditleriyle başlayan bir seri barış görüşmesi ise bir sonuç alınamadan 1999 yılında sona ermiştir.

Miloseviç, Kosova'ya NATO güvenlik güçlerinin yerleştirilmesini reddetmiştir. Bu durum uluslararası toplumun bir müddet sonra ABD öncülüğünde Sırp zulmüne müdahale etmesine neden olmuştur. Aynı sırada Sırpların etnik Arnavutlara yönelik saldırıları da yoğunlaşmış; köyler yakılmış, halk göçe zorlanmıştır. Bu dönem zarfında yaklaşık 640 bin kişi Kosova'yı terk etmek zorunda kalmıştır. En sonunda 10 Haziran tarihinde alınan BM kararıyla bölgeye 50 bin kişilik Barış Gücü gönderilmiş ancak sayıları 780 bini bulan sığınmacıların yaşadığı büyük felaketi telafi edememişlerdir. Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi halen bu felaketlerin baş sorumlusu olan Miloseviç'i yargılamaktadır.

KOSOVA'DA MÜSLÜMAN TÜRK TOPLUMU

1389 yılında yapılan Kosova Savaşı'nın ardından, Türkler Kosova'ya yerleşmeye başlamışlardır. Yaklaşık 400 yıl süren Osmanlı hakimiyeti boyunca Türkler Prizren, Priştine, Vıçıtırın, Nobırda gibi bölgelerde yerleşmişlerdir. 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı'ndan itibaren, bölgenin Müslüman-Türk nüfusu Anadolu'ya göç etmeye başlamıştır. Sadece 1912-1941 yılları arasında yaklaşık 600 bin kişi göç etmek zorunda kalmıştır.

Günümüzde bu bölgede yaşayan Türkler'in 60 bin ve Türkçe konuşanların nüfusu yaklaşık 250 bin kişi olarak tahmin edilmektedir. Ancak devamlı göçler ve baskılar bu sayıda bazı değişimlere sebep olmaktadır, Türk olmayan Müslümanlar ise Arnavut'turlar. Nüfusun %85 gibi büyük bir çoğunluğunu da oluşturan Arnavutların yaklaşık olarak % 70'i Müslümandır.

Kosova'da yaşayan Müslüman-Türk nüfus, Osmanlı'nın bölgeden çekilmesinin ardından yalnız ve korumasız kalmıştır. Balkan Savaşları, I. ve II. Dünya Savaşı, komünist yönetim, Yugoslav iç savaşı gibi büyük felaketler atlatan dindaş ve soydaşlarımız, bugüne kadar tüm güçleriyle hayatta kalmayı ve bulundukları bölgenin politik, sosyal ve kültürel hayatında etkili olmayı başarmışlardır.

1999 yılında sona eren savaşın ardından getirilen yeni düzenlemelerle birlikte, Müslüman-Türk gruplar için yeni bir dönem başlamıştır. Politikaya, sosyal hayata katılım artmış, kültürel faaliyetler daha geniş çaplı olarak uygulanır olmuştur. Bütün olumlu gelişmelere rağmen Kosova'da da, Yugoslavya'nın diğer bölgelerinde yaşanan gerginlik kendini belli etmektedir. Nitekim kısa süre önce ülkedeki reformların öncülerinden Sırbistan Başbakanı Zoran Djindjic'in silahlı saldırı neticesinde hayatını kaybetmesi, ülkede sorunların tam anlamıyla çözülemediğinin bir göstergesidir.

Savaşın ardından Türk nüfusun içinde de belirli bir ayrılık yaşanmış, ortak karar almakta, politika üretmekte sorunlar yaşanmıştır. Yeni yönetim döneminde Türkçe'nin resmi dil olarak tanınmaması, Türkler'in yaşadığı önemli bir sorun olmuştur. Bu gelişmeyi protesto eden Türkler, 28 Ekim 2000 tarihli seçimlere katılmama kararı almışlardır. Türk Dışişlerinin devreye girmesiyle birlikte BM Kosova Yüksek Temsilcisi Bernard Kouchner bir açıklama yapmış ve Türkçe'nin Türk toplumunun yaşadığı belediyelerde, Arnavut ve Sırp diliyle eşit olarak kullanılma hakkını tanımıştır.

Özgür ve demokratik bir ortamın varlığı, Müslüman-Türk halkın yaşadığı sorunların çözümünü de kolaylaştırmaktadır. Kosova halkını oluşturan tüm etnik gruplar 17 Kasım 2001 tarihinde özgür bir seçim ortamında oy kullanmış, yeni Meclis İbrahim Rugova'yı Kosova Geçici Öz Yönetim kurumlarından Kosova Başkanlığı görevine atamış, Bayram Rexhepi başkanlığında da Kosova Hükümeti kurulmuştur. Türkler bu seçimlerde Meclis'e üç temsilci göndermeyi başarmışlardır. Kosova'da 26 Ekim 2002 tarihinde gerçekleştirilen yerel seçimlerde ise Kosova'daki Türk azınlığı temsil eden Kosova Demokratik Türk Partisi seçimlere ilk kez katılmış, Prizren ve Priştine Belediye Meclislerinde temsil hakkı elde etmiştir.

Kosova'da, Prizren, Mamuşa, Priştine, Vıçıtırn gibi şehirlerdeki ilköğretim okullarında, 104 sınıfta 2 bin öğrenci, 3 anaokulunda 100 öğrenci, 6 lisedeki 19 sınıfta 450 öğrenci ve 1985 yılında Priştine Üniversitesi'nde açılan Türkoloji Bölümü'nde 50 öğrenci eğitim görmektedir. Türkler, Kosova'da Türk kültürüne göre yaşamaktadırlar.

dönemde yaşanan yoğun çatışmalar, hem işgalci güçler hem de etnik güçler arasında olmuştur. 1943 Kasımı'nda, Tito bir Partizan kongresi toplamış ve toplantı sonunda, Güney Slav halklarının eşit olarak katılacağı yeni bir federal Yugoslavya'nın kurulduğu açıklanmıştır. Tito bu devletin mareşali ve devlet başkanıdır. Bu kongrede temsil edilen ve Güney Slavları arasında sayılan Bosnalı Müslümanlar çoğunlukla Tito'nun partizanlarına katılmışlardır. Sonraki 45 yıl boyunca Bosna, Tito Yugoslavyası'nın bir parçası olmuştur.

1980 yılında, Tito'nun ölümünün ardından ülke içinde büyük bir çözülme ve karışıklık dönemi başladı. Özellikle Slovenya ve Hırvatistan'daki çözülme, Sırp başkan Miloseviç'in radikal Sırp milliyetçiliğini körüklemesi ve Sırpların merkezi otoritedeki gücünü artırmak istemesi, Sırp olmayanların tepkilerini artırdı, etnik gruplar arasındaki gerilim tehlikeli bir seviyeye ulaştı.

1990'da gerçekleşen seçim sonuçlarına göre, Yugoslavya'yı oluşturan altı cumhuriyette de milliyetçi partiler çoğunluğu kazandı. Bosna seçimlerinde üç etnik gruba bağlı üç milliyetçi parti oyların % 76'sını aldı. İzzetbegoviç'in liderliğindeki Müslüman Demokratik Eylem Partisi, %34 oy ve 220 üyeli mecliste 87 sandalye, Karadziç'in Sırp Demokrat Partisi ise %30 oy, 72 sandalye elde etti. İzzetbegoviç bu sonuçlara göre Bosna'nın yönetimini devraldı. Komünist yönetimlerin sona ermesi, Yugoslavya'nın da sonunu getirmişti. 1991 Haziranı'nda Slovenya ve Hırvatistan bağımsızlıklarını ilan etti, Bosna ve Makedonya da Sırp hakimiyetindeki Yugoslavya'dan ayrılma girişimlerini başlattı.

Bosnalı Sırplar bağımsız bir devletin içinde azınlık olma niyetinde değildiler; Hırvatlar ise Müslüman çoğunluğun yaşadığı bir ülkede bulunmak istemiyorlardı. Miloseviç ve Hırvatların lideri Tudjman, çoktan gizli görüşmeleri başlatmış ve Bosna'yı kendi aralarında bölmüşlerdi. 1991 Kasımı'nda Bosnalı Sırplar kendi aralarında bir referandum yaparak Yugoslav devletine bağlı kalma kararı aldılar. Aralık ayında ise Makedonya, bağımsızlığını ilan etti.

1992 yılında Bosna-Hersek hükümeti, Avrupa Topluluğu'nun talebi üzerine bir referandum düzenledi. Sırplar referandumu boykot ettiler. Ancak oylamaya katılan Müslüman ve Hırvatların % 97'si, bağımsızlık yönünde oy kullandılar. Bağımsızlığını ilan eden Bosna'nın ardından Sırplar da kendi bağımsız devletlerini ilan ettiler.

Nisan 1992 yılında, Sırplar ve Hırvatlar arasında iç savaş başladı, bu savaş sırasında Müslümanlar Sırplara karşı Hırvatların yanında yer aldılar. Yugoslavya ordusunun desteğini alan Sırplar, Bosna'nın %70'ini ele geçirdiler, Saraybosna'yı ablukaya aldılar, korkunç katliamlar düzenlediler ve "etnik temizlik" adını verdikleri soykırım sürecini başlattılar. Hırvatistan'la birleşen Hırvatlar da, 1993 Mayısı'nda Bosna'nın merkezini, Mostar'ın Müslüman bölgesini ve Hersek'i ele geçirmek için eski müttefikleri olan Müslümanlara saldırdılar. Bu çatışmalarda da büyük kayıplar verilmiş, aralarında pek çok kadın, çocuk ve yaşlının da yer aldığı çok sayıda Müslüman katledilmiştir.

Bu dönemde başta bazı Avrupa ülkeleri olmak üzere dünya ülkelerinin büyük çoğunluğu, Müslümanların Avrupa'nın ortasında yaşadıkları katliama seyirci kalmıştır. Müslümanlar için güvenli bölgeler kurulmaya ancak 1995 yılında başlanmış, ama başta Srebrenica olmak üzere, bu bölgelerde yapılan katliamlara da çoğu zaman seyirci kalınmıştır. Savaş sonrasında Srebrenica'da açılan bir toplu mezardan, çocuk kadın ayırt edilmeden katledilmiş yaklaşık 8000 kişinin cesedi çıkartılmıştır. 250 bin kişinin öldüğü, 20 bin kişinin kaybolduğu savaşta, ölenlerin %90'ı Müslümandır.

1995 yılında Amerika'nın baskısı ve NATO bombardımanının ardından sona eren savaş, ardında büyük bir enkaz bırakmış; Bosnalı Müslümanlar tarihin en büyük felaketlerinden birini yaşamışlardır. Aralık ayında Tudjman, İzzetbegoviç ve Miloseviç arasında Dayton Barış Anlaşması imzalanmıştır. Buna göre Bosna, Müslüman-Hırvat Federasyonu ve Sırp Cumhuriyeti'nden oluşmuş ve yeni devletin anayasası da hazırlanmıştır. Yine bu anlaşmaya göre, başka ülkelere sığınmış olan yaklaşık 2,3 milyon kişilik nüfusun kendi evlerine dönüşü garanti altına alınmıştır. Ülkede konuşlanan barış gücü, 1997'den itibaren İstikrar Gücü haline gelmiştir ve halen bölgede daimi olarak 31 bin kişilik uluslararası askeri güç bulunmaktadır.

Bütün bu karmaşık politik tablodan da anlaşılacağı gibi, Bosna, görünüşte bir barış ortamı yaşamaktadır ancak etnik gruplar arasında her an bir kışkırtma yaşanabilir, zorlukla sağlanan düzen yeniden bozulabilir. Mevcut durumun korunmasında, İstikrar Gücünün, Avrupa Devletlerinin tavırlarının, aşırı milliyetçi akımları bastıracak fikri çalışmaların önemli katkısı olacaktır. Bu şekilde, büyük felaketler yaşamış Müslüman halkın geleceği güvence altına alınabilir.

 

 

 

Sırbistan toprakları uzun savaşlardan sonra 1459 yılında Osmanlı İmparatorluğu'na geçmiştir. Bu iktidar 1815 yılına kadar sürmüş, bu tarihten sonra Sırbistan bağımsızlığını kazanmıştır. 1877-78 Türk-Rus Savaşı'nda Sırbistan, Türkleri Balkanlar'dan çıkartmak için Rusya'yla ittifak yapmıştır. 1912 ve 13'te, Balkan Savaşları'na aktif olarak katılan Sırbistan bu savaştan sonra topraklarını Makedonya, Sancak ve Kosova dahil olmak üzere genişletmiştir. Ancak bu genişleme Avusurya-Macaristan'ı tedirgin etmiş, Avusturya-Macaristan'ın müdahalesi ile Sırp ilerlemesi durdurulmuştur. I. Dünya Savaşı'nın ardından Sırp, Hırvat ve Karadağ liderleri, Sırp-Hırvat-Sloven Krallığını ilan etmiş ve adını Yugoslavya Krallığı koymuşlardır. II Dünya Savaşı'nda ülkeyi işgal eden Almanların yenilgiye uğramasının ardından Yugoslav Cumhuriyeti ilan edilmiş, Kosova ve Voyvodina 1946 yılında otonom bölge ilan edilmişlerdir.

İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki dönemde, Tito'nun önderliğindeki yeni Yugoslavya'da etnik gerilim geçici de olsa bastırılmış, ancak Soğuk Savaş'ın bitmesiyle birlikte eski ön yargılar, özellikle de fanatik Sırp milliyetçilerinin baskıcı zihniyeti yeniden su yüzüne çıkmıştır. Sırpların 1989 yılından itibaren diğer Yugoslav Cumhuriyetlerini kontrol etmek için girişimlere başlaması gerilimi artırmış ve önceki bölümde değindiğimiz korkunç olayların başlamasına yol açmıştır.

1989 yılında Sırplar, Kosova ve Voyvodina'nın otonom yapısını iptal etmişlerdir. Yugoslavya iç savaşı sırasında ise azınlıkların yoğun olarak yaşadığı bu bölgeler, Sırpların baskı ve şiddet uyguladıkları yerler olmuştur.

Savaşın ardından imzalanan Dayton Anlaşması, bölgeye göreceli bir barış getirmiş, Sırplar azınlıklara karşı daha insaflı bir politikaya yönelmişlerdir. 1998 Mayısı'nda Miloseviç'in bazı politik oyunları Karadağ tarafından tepkiyle karşılanmış, bölgede büyük bir gerginlik yaşanmasına sebep olmuştur.

Kosova'da ise, bölgenin otonomisini kaybetmesinin ardından Arnavut çoğunluk Sırp hükümetinin zulmüne direnmiştir. Sırp yönetimi Arnavutlara karşı büyük baskılar uygulamış, Arnavutlar ise haklarını ve hatta yaşamlarını korumak için kendi içlerinde organize olmaya çalışmışlardır. 1990 yılında kurulan Kosova Kurtuluş Ordusu ile Sırp güvenlik güçleri arasında çatışmalar başlamış ve bu 1997-98 yıllarında yoğunlaşmıştır. Ardından, Sırp ordusu ve polisi büyük bir harekat başlatmış, meydana gelen çatışmalarda yüzlerce insan ölmüş, 200 binden fazla Arnavut, evini terk etmek zorunda kalmıştır. NATO'nun hava saldırısı tehdidi, Miloseviç'in Kosova'dan çekilmesini sağlamıştır. Ancak Miloseviç'in uzlaşmaz tavırları nedeniyle Kasım ayından itibaren çatışmalar yeniden başlamıştır. Yine NATO'nun tehditleriyle başlayan bir seri barış görüşmesi ise bir sonuç alınamadan 1999 yılında sona ermiştir.

Miloseviç, Kosova'ya NATO güvenlik güçlerinin yerleştirilmesini reddetmiştir. Bu durum uluslararası toplumun bir müddet sonra ABD öncülüğünde Sırp zulmüne müdahale etmesine neden olmuştur. Aynı sırada Sırpların etnik Arnavutlara yönelik saldırıları da yoğunlaşmış; köyler yakılmış, halk göçe zorlanmıştır. Bu dönem zarfında yaklaşık 640 bin kişi Kosova'yı terk etmek zorunda kalmıştır. En sonunda 10 Haziran tarihinde alınan BM kararıyla bölgeye 50 bin kişilik Barış Gücü gönderilmiş ancak sayıları 780 bini bulan sığınmacıların yaşadığı büyük felaketi telafi edememişlerdir. Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi halen bu felaketlerin baş sorumlusu olan Miloseviç'i yargılamaktadır.

KOSOVA'DA MÜSLÜMAN TÜRK TOPLUMU

1389 yılında yapılan Kosova Savaşı'nın ardından, Türkler Kosova'ya yerleşmeye başlamışlardır. Yaklaşık 400 yıl süren Osmanlı hakimiyeti boyunca Türkler Prizren, Priştine, Vıçıtırın, Nobırda gibi bölgelerde yerleşmişlerdir. 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı'ndan itibaren, bölgenin Müslüman-Türk nüfusu Anadolu'ya göç etmeye başlamıştır. Sadece 1912-1941 yılları arasında yaklaşık 600 bin kişi göç etmek zorunda kalmıştır.

Günümüzde bu bölgede yaşayan Türkler'in 60 bin ve Türkçe konuşanların nüfusu yaklaşık 250 bin kişi olarak tahmin edilmektedir. Ancak devamlı göçler ve baskılar bu sayıda bazı değişimlere sebep olmaktadır, Türk olmayan Müslümanlar ise Arnavut'turlar. Nüfusun %85 gibi büyük bir çoğunluğunu da oluşturan Arnavutların yaklaşık olarak % 70'i Müslümandır.

Kosova'da yaşayan Müslüman-Türk nüfus, Osmanlı'nın bölgeden çekilmesinin ardından yalnız ve korumasız kalmıştır. Balkan Savaşları, I. ve II. Dünya Savaşı, komünist yönetim, Yugoslav iç savaşı gibi büyük felaketler atlatan dindaş ve soydaşlarımız, bugüne kadar tüm güçleriyle hayatta kalmayı ve bulundukları bölgenin politik, sosyal ve kültürel hayatında etkili olmayı başarmışlardır.

1999 yılında sona eren savaşın ardından getirilen yeni düzenlemelerle birlikte, Müslüman-Türk gruplar için yeni bir dönem başlamıştır. Politikaya, sosyal hayata katılım artmış, kültürel faaliyetler daha geniş çaplı olarak uygulanır olmuştur. Bütün olumlu gelişmelere rağmen Kosova'da da, Yugoslavya'nın diğer bölgelerinde yaşanan gerginlik kendini belli etmektedir. Nitekim kısa süre önce ülkedeki reformların öncülerinden Sırbistan Başbakanı Zoran Djindjic'in silahlı saldırı neticesinde hayatını kaybetmesi, ülkede sorunların tam anlamıyla çözülemediğinin bir göstergesidir.

Savaşın ardından Türk nüfusun içinde de belirli bir ayrılık yaşanmış, ortak karar almakta, politika üretmekte sorunlar yaşanmıştır. Yeni yönetim döneminde Türkçe'nin resmi dil olarak tanınmaması, Türkler'in yaşadığı önemli bir sorun olmuştur. Bu gelişmeyi protesto eden Türkler, 28 Ekim 2000 tarihli seçimlere katılmama kararı almışlardır. Türk Dışişlerinin devreye girmesiyle birlikte BM Kosova Yüksek Temsilcisi Bernard Kouchner bir açıklama yapmış ve Türkçe'nin Türk toplumunun yaşadığı belediyelerde, Arnavut ve Sırp diliyle eşit olarak kullanılma hakkını tanımıştır.

Özgür ve demokratik bir ortamın varlığı, Müslüman-Türk halkın yaşadığı sorunların çözümünü de kolaylaştırmaktadır. Kosova halkını oluşturan tüm etnik gruplar 17 Kasım 2001 tarihinde özgür bir seçim ortamında oy kullanmış, yeni Meclis İbrahim Rugova'yı Kosova Geçici Öz Yönetim kurumlarından Kosova Başkanlığı görevine atamış, Bayram Rexhepi başkanlığında da Kosova Hükümeti kurulmuştur. Türkler bu seçimlerde Meclis'e üç temsilci göndermeyi başarmışlardır. Kosova'da 26 Ekim 2002 tarihinde gerçekleştirilen yerel seçimlerde ise Kosova'daki Türk azınlığı temsil eden Kosova Demokratik Türk Partisi seçimlere ilk kez katılmış, Prizren ve Priştine Belediye Meclislerinde temsil hakkı elde etmiştir.

Kosova'da, Prizren, Mamuşa, Priştine, Vıçıtırn gibi şehirlerdeki ilköğretim okullarında, 104 sınıfta 2 bin öğrenci, 3 anaokulunda 100 öğrenci, 6 lisedeki 19 sınıfta 450 öğrenci ve 1985 yılında Priştine Üniversitesi'nde açılan Türkoloji Bölümü'nde 50 öğrenci eğitim görmektedir. Türkler, Kosova'da Türk kültürüne göre yaşamaktadırlar.

munu kavramak için konuyu yakından incelemek gerekmektedir



Myspace Graphics
Bugün 3 ziyaretçi (7 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol